İsrail’in Soykırım Savaşı ve Ayna; Eksik Bir Şeyler (mi) Var – Doğa Bakış

Kendi İsrail’imizi anlamak

“Biz dünyaya benzemeyeceğiz, dünya bize benzeyecek.”

Binyamin Netanyahu

Siyonist İsrail devletinin, Filistin halkı ve Filistin coğrafyasının üzerinde sürdürdüğü soykırımcı, işgalci savaş, şimdi de Lübnan’a karşı başlattığı savaş yaşadığımız dünyayı ve zamanı katlanılmaz kılmaktadır. Ölümü ve vahşeti bir gösteri şovuna, mükemmel bir yok edicilik sarmalıyla seyire dönüştüren bir dünya bu. Ve buna karşı, büyük bir çaresizlikle savaşın ne zaman sonlanacağının beklendiği bir ruh hali hakim. Filistin halkıyla dayanışma, destek ve gösteriler dünyayı kuşatmış, fakat soykırımı engelleyebilecek bir düzeyde değil. Emperyalist kapitalist sistemin savaşlarla sürdürdüğü “dünyanın ölüm provası”na karşı harekete geçmek ve bunun karşısında durmak, her şeyden öte canlı olmanın, insan olmanın verdiği bir sorumluluk. Ama bu yetmez. Devrimci sorumlulukla hareket etmek ve buna uygun pratikler geliştirmek zorundayız. Nitekim dünya devrim ve mücadeleler tarihi ve Türkiye Devrimci Hareketi’nin (TDH) Filistin kurtuluş mücadalesi ile ördüğü bağın örnekleri, bütün canlılığıyla karşımızdadır. Bugün her ne kadar TDH olarak etki düzeyimiz zayıf olsa da bu tarihselliği güncelleştirmek ve daha güçlü eylemek durumundayız. Bizim büyük gücümüz ve güçsüzlüğümüzden oluşan hakikat, bugün Siyonist İsrail’in yürüttüğü soykırım savaşına karşı Filistin halkıyla dayanışmanın ve AKP-MHP faşizminin soykırım savaşındaki suç ortaklığına daha güçlü müdahalemizin hem zayıflığını hem de imkanlarını göstermektedir.

Unutmamak gerekir ki TC-İsrail arasında sadece basit anlamda ticaret anlaşmaları ve ekonomik bağlar  değil ABD-NATO emperyalizminin bölgedeki iki temsilcisi olmaktan gelen askeri-sanayideki ittifaklar ve bölge halklarına yönelen savaş mekanizmasının iç içeliği mevcuttur. ABD-NATO emperyalizmi, İsrail ve TC, grift ve çok yönlü kopmaz ilişkilerle, stratejik ve tarihsel bir bütünlükle göbekten birbirlerine bağlıdırlar. Suriye’ye müdahale ve işgal stratejisi de bu iki katil devletin ortak operasyonel duruşudur. Sadece bu değil askeri savaş teknolojisi ve sanayisi ile ortak projeler geliştirmek, müşterek operasyonel ve ortak komutanlıklar oluşturarak -ki Karabağ Savaşı’nda net bir biçimde ortaya çıktı- birlikte hareket etmektedir. Savaş sanayisinin, teknolojisinin ölüm dağıtan araçlarının tanıtımını yapan askeri fuarlara baktığımızda bile Siyonist İsrail devleti ile sömürgeci TC devletinin soykırım ortaklığı apaçık ortadadır.[1] Yine İsrail’in soykırım ordusunun savaşa devam etmesi için giyimini, kuşamını, yiyeceğini, içeceğini sağlayan, askeri malzemeleri de içeren lojistiğini sağlayan TC devletidir. Filistin halkının ve coğrafyasının kırımını, yıkımını sağlayacak uçakların, bombalarını atması için yakıtını temin eden ülkedir TC. Ve daha nice örneklerle göreceğimiz gibi Siyonist İsrail’in soykırım savaşını sürdürmesini sağlayan ve suç ortaklığı yapan bir ülkedir TC.

Siyonist İsrail devletinin Filistin’de sürdürdüğü soykırım savaşı kendi kendine yürüyen bir şey değil. Siyonist İsrail devleti, böyle düşündüğü ya da söylediği için soykırım kendiliğinden olmuyor. İsrail’in soykırım savaşını sürdürürken bunun nasıl uygulandığını tüm dünyaya bir gösteri sergileyerek yapıyor. Soykırımı övündüğü, gurur duyduğu savaş teknolojisi ve araçlarıyla uyguluyor. Savaşı; en ölümcül teknolojik donanımlarla, silahlarla, tekniklerle, çeşit çeşit bombalar, İHA-SİHAlar, savaş uçakları, tanklar, gelişkin akıllı füze sistemleri ve nice araçlarla yürütmektedir İsrail. İstihbarat teknikleri, gözetim teknolojisi, bulut sistemleri ve veriler, bu ölümcül makinenin eli, kolu, ayağı işlevini görmekte. Ölümcül bir makine bedenini kuşanarak hareket etmekte, ölüm dağıtmaktadır Siyonist İsrail. Savunma teknolojisi, savunma sanayisi, savunma araçları ve savunma gücü fikrine dayanarak en ölümcül savaş teknik ve donanımlarını meşrulaştırmaktadır. Fakat sanılmasın bu ölümcül makinenin bedenine sahip tek ülke İsrail. Bu makinenin ölüm dağıtıcılığını, kıyıcılığını görürken kendi egemenlerimizin ölümcül makinelerini ve yürütmüş olduğu savaşlarının yarattığı etkinin benzer ve bir olduğunu görmemiz gerekir. Bu, bugün İsrail’in yürütmüş olduğu soykırıma karşı kendisini savaş karşıtlığında koyan Türkiye toplumu için iki kez daha sorgulanması gereken bir gerçekliktir.

Peki neden Türkiye toplumunun iki kez daha sorgulaması gereken bir gerçeklik? Bunun cevabı tüm çıplaklığıyla Siyonist İsrail’in yürütmüş olduğu savaşın aynasıdır. Faşist Türk devleti ve Türkiye toplumu, bu aynaya baktığında kendi İsrail’ini görecektir. Nitekim görüyor ve biliyor bu gerçekliğini. O yüzden, İsrail’in yürüttüğü bu savaşı anlayabilir, ama Filistin halkı ve Filistin coğrafyasını anlayamaz. Yerleşimci sömürgeciliği anlar, ama yerinden yurdundan edilen, doğasına, toprağına ve zeytinine el konulan, varlığı yok edilmek istenen Filistin’i anlayamaz. İsrail’in ölümcül savaş makinesini anlar, ama apartheid rejimin altında kırılan Filistinlileri anlayamaz! Hayır, Filistin’i anlıyor diyen varsa hamaset yapıyor, yalan söylüyordur. Türkiye’de sahte bir Filistin davası vardır. Kendi İsrail’ini anlayan (hak veren, tüm katliamları kendisine hak gören için başka ne denebilir ki) ama kendi Filistin’ini anlamayan bir sahteliktir bu. Siyonist İsrail ve faşist TC’nin kuruluş kodları ve varoluşu o kadar benzerdir ki, onları ayıran iki farklı coğrafyada olmasıdır. Biri kendi varlığını, bölünmez bütünlüğünü Filistinlilerin, diğeri Kürtlerin, Ermenilerin ve ezilen diğer halkların kıyımı, kimliksizleştirilmesi, dilsizleştirilmesi, toprağından sürülmesi ile kodlar. İkisi de o topraklarda yaşayan diğer halkları, insan bile görmez, varlıkları ortadan kaldırılması gereken yaratıklar olarak ilan eder; bunu pervasızca dile getirebilir ve bunun gereğini de gösteri şovuna dönüştürebilir.[2] Yine İsrail ve Türkiye’nin sınır güvenlikleri (!) bir başka ülkenin 30 km’lik derinlikteki topraklarının işgalinden -ki aslında daha da fazlasıdır- geçmektedir. Maruz kaldıkları “terör”e karşı kendi savunmalarını almaktan ve hedefleri muazzam savaş mekanizmalarıyla yok etmekten bahsederler. Birinin davası “Kızıl Elma” ülküsü diğerinin “Vaddedilmiş Topraklar”dır. İsrail’de, kendi siyonist devletinin soykrımcı savaşına karşı mücadele eden İsrailli vatandaşlar vatana ihanetle suçlanmaktadır tıpkı Türkiye’de, sömürgeci savaşa karşı duranların vatana ihanetle suçlanması gibi. Milliyetçilik-devletçilik ülküsü ve düşmanlaştırma politikası o kadar bir ki, yeni faşist yetmelerinin dilleri bile aynı bedenden çıkma gibidir. Dilin, eylemin, varlığın, düşüncenin -ne var ise onun- sınırını belirleyen bu savaştır. “Muhalif”liğin sınırı da -devrimciler hariç- buraya kadardır!

Filistin, İsrail için nasıl bir ölüm ve deney laboratuvarıysa Kürdistan, TC için odur. İsrail’in savunma, gözetleme, askeri teknolojisi, AR-GE pazarlama stratejisi nasıl Filistin üzerinden ihraç ediliyorsa TC’nin yürütmüş ve geliştirmiş olduğu savaş teknolojisi Kürdistan’daki savaş üzerinden dünya pazarına ihraç ediliyor. Siyonist İsrail devletinin iktidar ve “bütüncül devlet” yapısı nasıl soykırımcı savaş konsepti ve mekanizması doğrultusunda kurulan bir ittifak ise Türk devletinin faşist AKP-MHP iktidarı ve “bütüncül devlet” yapısı da sömürgeci savaş konsepti ve mekanizması doğrultusunda kurulan bir ittifaktır. Netenyahu’nun, istihbarat destekli savaş sanatıyla soykırımcı ve ölümcül güç olarak korkutuculuğunu bölge halkaları için imgelemeyi hedeflerken Erdoğan Netanyahu üzerinden adeta ölüm makinası olarak kudretine işaret eder.[3] Yani diyeceğimiz o ki bugün İsrail’e karşı olmak, kendi İsrail gerçekliğiyle yüzleşmekten ve ona karşı olmaktan geçer. Bunun dışında her şey sahte ve sadece bir gösteridir. Ve Filistin’e destek adına yapılanlar da adeta Erdoğan’ın sergilediği şov, gösterdiği hamaset kadar gerçek olabilir.[4]

Siyonist İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü soykrım savaşının sadece askeri bir yönü yok. Aynı zamanda kendi sermayesi, teknolojisi ve savaş sanayisini palazlandırma ve dünya pazarına ihraç yönü var. Bu da yetmez Philedipia Koridoru ve İMEC doğrultusunda Gazze’yi bir bütün olarak işgal edilip yeniden inşasının, ticaret-lojistik koridorları bağlantısı ve bu yolların güvenliği ile doğrudan ilişkisi var. Bunun için Filistin’de milyonlar yerinden yurdundan ediliyor, edilmeye devam etmektedir. Faşist TC devletinin, Rojava ve Başur Kürdistanı’nda yürüttüğü savaş, Ermenilere karşı Karabağ savaşında aldığı rol, Libya’daki varoluşu -buralarda yürüttüğü yayılmacı hamleler, işgalci savaş- da alt üst olan dünyada, büyük savaşlarla oluşacak yeni güç hiyerarşisinde, ekonomik-askeri-siyasi olduğu kadar jeostratejik konumuyla da pozisyon alma arzusundan kaynaklanmaktadır.[5]

İsrail, Filistin’de ne yapıyorsa TC de Kürdistan’ın tüm parçalarında bunu yapmaya çalışıyor, yapıyor. TC’nin, Başur Kürdistanı ve MSA’nda devam eden işgal, ilhak savaşında yüzlerce köy boşaltılmakta, binlerce Kürt yerinden edilmektedir. Doğasına, ağacına ve toprağına el konulmakta, buralar askerileştirilmektedir. Kürdistan coğrafyasını, yürüttüğü savaş doğrultusunda insansızlaştırmak ve herhangi bir canlılık emaresini gösteren her şeyi yok etmek istemektedir. Hem askeri savaş tekniği hem de sermaye ve rant temelinde, onbinlerce ağacı kesmekte, sökmektedir. İki egemen devletin savaşı ve yerleşimci sömürgeciliği birdir.

Ne yaptığın, ne yapmak istediğin dilini de oluşturur, bazen de . O kadar berraktır ki bu, hakikatin karşısındaki sahte aynayı, illüzyonu tuzla buz eder. Hayatın her alanında bu anların çokça örnekleriyle karşılaşırız. Ama burada iki örneği aktarmak ve iki hakikatin dışavurumunu anlamak durumundayız. Bu iki örnek de, bugün Siyonist İsrail’in soykırım savaşı üzerinden TC’nin soykırımcı yüzünün, hakikatin kendisini tüm canlılığıyla göstermesinde yatmaktadır. Bu anlardan biri,  AKP’li milletvekilinin TBMM’de, elinde çocuğun resmini göstererek olayın Filistin’de, İsrail’in soykırım savaşının hedefi olarak yaşandığını düşünürek açıklama yapmasıdır. Oysa AKP’li milletvekilinin, Siyonist İsrail devletinin soykırım savaşından bir fotoğraf karesi olarak gösterdiği o çocuk, aslında Filistin’de değil Rojava’da Kürt halkına karşı kendi iktidarının yürütmüş olduğu soykırım savaşının hedefiydi. Afrin, Serekaniye, Gre Spi’de faşist TC devletinin yürütmüş olduğu sömürgeci, işgalci savaş sonucunda milyonlarca Kürt yerinden yurdundan zorla göç ettirildi. Toprakları işgal edildi. Binlerce insan katledildi, sakat bırakıldı. Hala faşist Türk devletinin işgali altında insanlar kaçırılıyor, Kürt olduğu ve Kürtlüklerinden vazgeçmedikleri için öldürülüyor, kadınlar tecavüze uğruyor, katlediliyor. Afrin’in doğası, zeytin ağaçları talan edildi, ediliyor. Bunların her biri savaş ve insanlık suçu olarak kayıtlara geçmeye devam ediyor. Aslında o fotoğrafın gösterdiği bir başka hakikat ise hem Filistin’de hem de Kürdistan’da sömürgeci ve apartheid rejimlerinin yürütmüş olduğu savaşa hedef olan çocukların aynı kaderi yaşıyor ve paylaşıyor olmasıdır. Kürdistan’da yapılanın Filistin’de yapılanla eş olduğunun en çıplak ifadesidir mecliste gösterilen o fotoğraf karesi. Bir diğer ifşa da özel savaş kontrası İsmail Hakkı Pekin’in televizyon programında YNK Başkanı Bafil Talabani ile ilgili yaptığı açıklama; ki bu kesinlikle bir gaf veya bir dil sürçmesi değil doğrudan suikast çağrısıdır. İsrail yapabiliyor da biz neden yapamıyoruz hayıflanmasıdır. Bu açıklamanın her bir kelimesi buram buram kendi İsrail’ini ele veriyor ki bu yeterli değilmiş gibi Siyonist İsrail’in son suikast saldırılarına öykünerek bizim İsrail’den ne eksiğimiz var aksine fazlamız var ve fazlasını yapmalıyız demektedir. Televizyonlarda arzı endam eden bu zavatlar, tüm Türkiye’nin önünde böylece, İsrailliğini itiraf etmektedir. Programa katılan diğer özel savaş elemanları ise bu hakikati yumuşatıp görünmez kılmak isterken kendi İsrail’lerinin bir başka hakikatini açığa vuruyor “biz yapmasak bile başkasına yaptırırız”. Tıpkı Suriye devletine savaş açıp işgal etmek için bir sebep yaratmak isteyen TC devletinin, MİT başkanı Hakan Fidan’ın konuşma kayıtlarında yapmış olduğu açıklamayla; “sınırın karşı tarafına eleman geçirir, ülke içine 3-5 roket attırır, savaş açarız” aklıyla aynı akıldır bu. Eksiği yoktur. Egemen devlet mekanizması, Osmanlı’dan, TC kuruluşunun ilk yıllarından itibaren böylesi geleneksel devlet aklına sahiptir ve dönemin gerekleri doğrultusunda devlet aklını uygulamaya sokar. Kurucu kodlarının temel karakteristik yapısındandır bu. Tekrar açıklamalara dönecek olursak, Siyonist İsrail’in bugün yürüttüğü soykırımcı savaş tarzının asli unsurlarından biri olan suikastler, bugün faşist Türk devleti tarafından birebir Kürtlere karşı uygulanmaktadır. İki ezilen halkın da karşı karşıya olduğu savaş politikaları benzer, egemenleri ise savaş politikalarında birbirinden öğrenmekte, birbirinden beslenmekte ve birbirinden daha dehşet katliamları örgütlemekteler.

Kendi İsrail’imizi anlamak derken sadece egemen devlet yapısının aynasına değil aynı zamanda egemen devlet yapısı ve aklıyla bütünleşmiş toplumsal zeminin aynasına da bakmak durumundayız. Siyonist İsrail devletinin Netenyahu hükümeti nasıl ki Yahudi halkı tarafından büyükçe bir çoğunlukla seçilmiş, yekpare bir iktidar yapısına sahip değilse bugün Erdoğan’ın durumu da benzerdir. İsrail halkının Netenyahu’yu, Türkiye halkının Erdoğan’ı ne kadar destekleyip desteklemediğini ve bu iktidarların meşruiyet ve hegemonya zeminlerinin ne kadar güçlü olup olmadığı tartışmaya açıktır,  bugün iktidarlarının dayandığı zemin zayıflamaktadır. Fakat bugün çok net bir şekilde Siyonist İsrail’in “bütüncül devlet” yapısı, ideolojisi ve bununla bütünleşen Yahudi halkının arasında Filistin’e ve Lübnan’a karşı yürütülen savaşın mutabakat zemini, uzlaşısı ve uyumu oldukça yüksektir. Yine bugün aynen Erdoğan’ın savaş mekanizması ile buluşan, bütünleşen toplumsal yapı için de bunu söyleyebiliriz. İtirazlar, muhalefet esasa dair değil yer yer usüle (kendi halklarının canını da yakan, saldırıya açık hale getiren adımlara) karşıdır. İsmal Hakkı Pekin’in açıklamaları bir itiraf ve bu söylemi doğru gören, bu temelde devletin konumlanması gerektiğini düşünen milyonlar var. Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin büyük bir bölümü, kendi sınıf düşmanının aklını kuşanmış durumdadır ve şoven zehir böyle bir şey. Faşist savaş siyaseti ince yerden sızar, vücutta katılaşır, bütünleşir. Onun bir politikası ile uzlaşıp katıldığınızda ona benzersiniz. Nitekim bu “bütüncül devlet” aygıtının ve oluşturulan “toplumsal mutabakatın” ifadesi olarak; CHP medyası Halk TV, daha önce HaberTürk’e çıkıp o açıklamaları yapan İsmail Hakkı Pekin’i ve onun gibi Ergenekoncu, Perinçekçi özel savaş elemanlarına[6] rahatlıkla alan açmakta; bu safralarını oradan faşist iktidara muhalif toplumsal kesimlere zerk etmelerini sağlamaktadır. Bu aslında devletin Kürt sorununa yaklaşımdaki mutabakat zemininin ideo-siyasal yeniden üretimini sağlamaktan başka bir şey değildir. Türkiye’de, muhalifliğin bir sınırı da Kürde, ezilen halklara karşı yürütülen savaştır. Buraya darbe vurmadan, burayı zayıflatmayan ve burayı görmeyen mücadele zeminleri kapitalist devlet yapısının yeniden üretim dişlilerine darbe vuramayacaktır. Çünkü işgalci, yayılmacı savaş dışarıya doğru açıldıkça; içeride sınıf mücadelesini, toplumsal mücadeleleri bastırmanın bir aracı olarak geliştirilir ve tüm zemini iç-dış düşmanların yok edilmesi gerekliliği olarak belirler. Sınıf savaşını rotasından saptırır, halkları birbirine düşman eder.

Savaşın estetize edilmesi

“Homeros’un devrinde Olympos’taki tanrıların gözünde seyirlik bir şey olan insanlık, artık kendisi için bir seyir malzemesidir. İnsanlığın kendine yabancılaşması o raddeye varmıştır ki, kendi yıkımını dahi birinci kalite bir estetik haz olarak yaşayabilecektir.”

Walter Benjamin

AKP-MHP faşist iktidarı, sömürgeci, yayılmacı ve işgalci-ilhakçı savaşı elindeki bütün araçlarla en ileriye götüren ve götürmeye devam eden bir iktidar. Türkiye-Kürdistan üzerinde 10 yıl boyunca kesintisiz şok saldırılar ve savaşlarla, içeride ve dışarıda profesyonel bir savaş makinesine dönüşmüş bir iktidar bedeni. Faşist iktidarın, egemen ideolojinin ve kurucu kodların yeniden üretimi, yeniden hegemonya inşa ve üretimini sağlayabilmesi ise savaşla bütünleşmiş, savaşla içi boşalmış küf bir toplumsallık gerektirir. Bunun da yolu savaşı estetize edebilmekten ve bu “estetik beğeni”yi kitlelere mal etmekten geçmektedir. Söylemek gerekir ki faşist iktidarın bu 10 yıllık faşistleşme sürecinde, “tarihsel blok” ve toplumun bütünleşmesini sağlayabildiği tek politik hattı, savaş ve onun estetize edilmiş halidir.

Öncelikle belirtmek gerekir ki Neo-Osmanlıcılık hayalleriyle yola çıkan AKP iktidarı aynı zamanda bugün güncel formuyla (TC’nin kuruluş kodu olarak ifade edebileceğimiz) Misak-ı Milli hayallerini gerçekleştirebilmek için de savaş politikasını uygulamaktadır. Neo-Osmanlıcılık hayalleri ve bu doğrultuda atılan adımlar ise savaşın başka formlarına girerek yol almaktadır. “Büyük devlet” olma miti, bu ikisinden (Neo-Osmanlıcılık ve Misak-i Milli hayalleri) buradan beslenmektedir. Ve bu doğrultuda adımlar attığını ve bazı yönleriyle bu adımları gerçekleştirebileceği zemin atmaları yaptığını  ifade etmek gerekir. Kuşkusuz bu iki hayal iç içe geçen, belli olay ve süreçlerle oluşan ve oluşmaya devam eden bir haldedir. Misak-ı Milli hayalleri doğrultusunda, sınır güvenliği propagandasıyla Rojava ve Başur Kürdistan’ı topraklarında, 30 km’lik derinlikte (yer yer onu da aşan) işgal hamleleri gerçekleştirmekte; Rojhilat Kürdistan’ından Akdeniz kıyısına kadar arada kalan bölgeleri (bu Rojava’nın tamamı anlamına gelmektedir) işgal ve ilhak etmek istemektedir.[7] Faşist iktidar, Türkiye yüzyılı vizyon programı ile Zengezur Koridoru, Orta Koridor, Kalkınma Yolu projeleri ile Türkiye’nin bölgesel konumunu küresel tedarik ve lojistik ağları ile bütünleştirmek istemektedir. Misak-ı Milli’nin esas güncelliği de burada. TC devleti, emperyalist kapitalist sistemin içinde bulunduğu hegemonya krizi ve bu temelde yaşanmakta olan savaşları, kendisi için fırsata çevirme arayışındadır;  yeni bir   dünya haritasının çizileceği koşullarda, sermayenin büyülü haritasını-yollarını yeniden inşa etmek için konum almaktadır. Bölgede ve dünyada jeopolitik-jeostratejik konumunu esas alarak, mevcut ekonomik-siyasi-askeri gücü ve dayandığı tarihsellikten güç alarak yeni ilişkiler kurmakta, güç artırmayı hedeflemekte, bölgesel emperyalist bir güç olarak konumlanmayı istemektedir. Bu noktada ne kadar başarılı olur olmaz veyahut emperyalist kapitalist güçler ne kadarına izin verir vermez bu ayrı. Öte yandan o, bu çivisi çıkmış dünyada emperyal hayallerini büyütmüş olarak MSA-Başur Kürdistan’da[8] yürüttüğü sömürgeci savaşla işgal-ilhak hamlelerini derinleştirmek istiyor, Kuzey-Doğu Suriye’de sürekli özel savaş konsepti ile açık katliamlar, Kürdistan’ın her parçasında suikastlarla hedefine ulaşmaya çalışıyor. Erdoğan’ın her açıklaması, bu savaşı sonuna kadar götürme ve nihai zaferi kazanma retoriği üzerine kuruludur.. En son yaptığı açıklama; “İç cephemizde bir gedik açılırsa bu son derece maliyetli olur, hepimiz kaybederiz. İç cephe hedeflerimiz, bizim Kızıl Elmamızdır. Biz o iç cepheyi çökerttirmeyiz” sözleri, rejimin sömürgeci, işgalci, ilhakçı savaşı Kürdistan’da sonuna kadar götürme hedefinin ifadesidir. AKP-MHP faşizmi; savaşta kazanabileceği her zafer anını, işgal edilecek her bir toprak parçasını, katledilecek her Kürdü, doğası talan edilecek Kürdistan coğrafyasını aynı zamanda kendi iktidar alanını büyütüp güçlendirecek bir zemin olarak görmektedir. [9]

Savaşın şiddetinin toplum tarafından içselleştirilmesi ve dolayısıyla en aşırıları da dahil, bütün boyutlarıyla kabullenilmesi bir savaş estetiği üzerine kuruludur. Öldürücü ve güçlü savaş araçlarını ve bunun bir güç gösterisi olarak her gün toplumun üzerine boca edilmesini gerekli kılar bu. AKP iktidarı, dün büyük ve kudretli inşaat, köprü, havalimanı, cami ve yollar siyaseti yapıyorken bugün savaş konsepti doğrultusunda TEKNOFEST, SİHA-İHA, savaş gemileri, insansız deniz savaş araçları, hava savunma sistemleri, tank, top, silah, akıllı roket-füzeler vb. türlü araç gereçleri ile toplumu kuşatmış durumdadır. Kürde yönelik savaş ve büyük devlet miti ile bütünleşen geniş toplumsal mutabakat zemini, faşist iktidarın hem ekonomik hem de askeri olarak palazlandırdığı bir savaş sanayisinin ürünü olarak, yeni biçimleriyle yeniden üretilmektedir. “Yerli” ve “milli” söylemleri adı altında savaş teknolojisi gündelik yaşamın gerçek birer imgesi olarak üretiliyor. Tv programlarında, sosyal medyada “yerli”ve “milli” savaş teknolojisinin gelişimi ve araçların öldürücü kabiliyeti, her bir özelliğin gösterisi olarak sunuluyor. Bu öldürücü savaş makineleri ile sahnelenen şovlar, faşist iktidarın propagandasına dönüşüyor. Güvenlik ve savunma teknolojisinde atılan adımlarla, Türklük gururu ve büyük Türkiye miti canlandırılıyor. Batı’ya bağımlılıktan kopmanın bir sembolü ve kalkınmanın, gelişmenin bir aracı olarak askeri-sanayiyi dokunulmaz, üzerine söz söylenemez bir alan olarak inşa ediyor. Kıyıcı ve öldürücü savaş teknolojisi, kitlelerin militarizasyonun dayanağı haline getirilerek tartışmasız bir şekilde devletin bekası, milli güvenlik menfaatlerinin bir parçası ve gurur kaynağı olarak lanse ediliyor.

Türkiye toplumu, lise-üniversite gençliği, üniversite ve tekno-kentlerin her biri yukarıdan aşağıya, savaş teknolojisine ve savaş bedenine göre örgütlenmektedir. Gençlik, “yerli” ve “milli” savaş teknolojisi ve fuarlarının kuşatımında milliyetçi reaksiyoner aklın haz ve dokunuşuyla çevreleniyor, devletin kurucu kodlarına eklemleniyor. Tüm bunlar, AKP-MHP faşist iktidarının eski-yeni Türkiye ayrımı ve “Türkiye Yüzyılı” tanımının etkin bir müdahale aracı olmaktadır. Ve Türkiye’nin askeri-sanayisinin, silah teknolojisinin sekteye uğramaması, iç-dış düşmanların eline geçmemesi gibi söylemlerle faşist iktidar, bu cepheyi siyasal hegemonyasını yeniden ürettiği bir alan olarak ta kullanıyor. Savaş-savunma sanayi ve teknolojisi, askeri fuarlar ve TEKNOFEST’ler,  AKP-MHP faşist iktidarının her geçen gün ekonomik krizin sarsıcı etkisi ile daralan kitle desteğini yeniden sağlamanın bir arayışı olarak sivriltiliyor. Askeri ve sivil bürokrasinin ve sivil toplumculuğun iç içe geçtiği bu yönlü örgütlenmeler, çok geniş bir gençlik kesimini de istihdam ediyor, proje bazlı bu döngünün içine çekiyor. On binlerce mühendis, üniversite öğrencisi (hatta projecilik kapsamında lise öğrencileri bile) askeri savaş teknolojisi ile bütünleşmekte, bugün Kürdistan’da yürütülen savaşın öldürücülüğüne yabancılaşmaktadır. Kitleleri zapt etme biçimi ve bütünleştirme aracı olarak sivrilen savaş sanayisi, faşist rejimin dokunulamaz ve tartışılamaz kudreti olmuştur.

AKP-MHP faşist iktidarı savaş teknolojisini, tıpkı Siyonist İsrail’in Filistin’i ölüm ve deney laboratuvarı olarak kullanmasında olduğu gibi Kürdistan’da kullanmakta; Kürdistan’ın ölüm labarotuarına dönüştürmesi ile dış pazara açabilmektedir. Son zamanlarda Libya’ya, Ukrayna’ya, Azerbeycan’a, Etiyopya’ya ve daha birçok ülkeye SİHA ihracatı yapması, Türkiye’nin silah ihracatı yapan ülkeler arasında ilk ona girmiş olması bu bahiste hemen söyleyebileceklerimizdir. Az şey mi Türkiye, Kürdistan’daki savaş laboratuvarı üzerinden performansları ve öldürücü kabiliyeti ile “dünyanın en büyük İHA-SİHA tedarikçisi oldu.” Bugün İsrail’in Filistin’de yaptığı gibi TC, Kürdistan’da ve bölgede savaş ve ölüm pazarlamaktadır. AKP-MHP faşizmi savaşı ve savaş teknolojisini estetize ederek, hayatın bütün alanlarını kapsayan  yeni bir toplumsal oluş biçimini inşa etmektedir. Bu estetizasyonu sistemli, kurumsal ve bütünlüklü bir şekilde devlet politikası haline getirmiş ve toplumla bütünleştirmeye devam etmektedir. Bununla birlikte yeni bir siyaset ve siyaset  dilini geliştirerek, karşısında olan herkesi siyaset yapamaz, cümle kuramaz hale getirmeyi hedeflemekte; “ya bizdensin ya da düşmansın, düşmandan yanasın” ikiliğine sıkıştırarak teslim almak istemektedir. Bu durum, sokak röportajlarında muhalif olan insanların sesini bastırmak, onları konuşturamaz hale getirmek için etraftaki bir AKP’linin “telefonunu çıkar” söylemine benzer bir denklem oluşturmaktadır. Ekonomik kriz diyenin ağzına lafı tıkamak için artık “telefonunu göster” repliği işlemez hale geldi. Denklem bozuldu.  Savaş teknolojisi ve savaş araçlarını estetize ederek kendi egemen ideolojisinin imge ve sembollerini kamusallaştırarak üreten faşist iktidarın bu denklemi de ancak güçlü bir antifaşist mücadele ve söylemle, Kürt halkının özgürlüğünden yana net tutum alan bir kitle mücadelesi ile bozulabilir.

Faşist iktidarın bu savaş bedeni; kendi çürük, bozuk formu gibi toplumu bayağılaştıran, çürüten, ahlaki bozuma uğratan ve çökerten bir yerde durmaktadır.  Ölüm politikasını ve savaşı kitlelere kanıksatmış ve kitlelerde kayıtsız bir hal yaratmak istemektedir. Gezi-Kobane bağının yaratmış olduğu toplumsallığı iç etmiş, kendi faşist iktidarının konsolidasyonu temelinde bir anlayışı topluma -Türkiye toplumuna demek daha doğru- yedirmiştir. Toplumda bir enkaz hali yarattı. Fakat bütün bunlara rağmen kendi iktidarının “mutlak”, “tek” bedenini yaratamamıştır. AKP-MHP faşist iktidarı, ne kendi krizini ne de varoluşsal devlet krizini çözebilmiştir. Devlet ve sistem krizi hayatın her alanına derinleşerek ve yoğunlaşarak yayılıyor. Ne çözebiliyor ne de öteleyip geçiştirebiliyor. Her bir yayılım daha da bütünleşerek, iç içe geçerek ilerlemekte. Bu yönüyle devlet formu, sistem krizi aşılmaktan uzak olduğu için, kırılgan bir yapı üzerinde durmakta. AKP-MHP faşizminin iktidarını sürdürebilmesi, dayanak noktalarını yeniden üretebilmesi ve rejimin dayanıklılığını geliştirebilmesi için savaşı süreklileştirmeli ve toplumsal destek halkalarını oluşturmalı. Bu yaşamın tüm kılcal damarlarının savaş konseptine göre düzenlenmesi demek. Bugün iktidarını bir şekilde, savaşı süreklileştirip geniş bir kesimi bu savaşta “suç ortağı” (sessiz kalarak veya aktif saldırgan tutum sergileyerek) haline getirme çabasına rağmen büyük bir çıkışsızlık içerisinde. Çünkü ne yaparsa yapsın Kürt özgürlük mücadelesini yok edemiyor. Faşist iktidarın yürütmüş olduğu bu savaş sonucu, devletin tüm kurumlarının içi boşalmış, yapısı çürümüş, işlevsiz bir halde ve tüm pislikleri, irini yüzeye vurmaya devam etmektedir. Bu nihai bir çürüme halidir, önünde duramaz. Kendi çürüklüğü, bozukluğu, çarpıklığı gibi Türkiye toplumunun da içini boşaltmış, çürütmüş, çökertmiş ve ahlaki bozuma uğratmıştır. Bu çok derin katastrofik bir dönem ve ruh. Ayrıca herhangi düzen içi bir restorasyon süreci ile düzelecek bir durum da değil. Keskin bir gerilim ve mücadele ile faşist iktidarın yarattığı toplumsal yarılmayı aştıracak ve tam karşıt yönde Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle hemhal olan, sömürü çarkının dişlisi olmaktan çıkıp onu parçalayacak bir mücadele için yola koyulan sınıf bölüklerinin, özgürlük arayışındaki gençlerin, eşit ve özgür bir yaşamın kavgasını yürüten kadınların açacağı hattan gelişecektir.

AKP-MHP faşizminin yıllardır yürütmüş olduğu savaş konseptinin yıkıcı, yok edici ve öldürücü etkisini anlamak ve buna karşı koyuşu örgütleyebilmek için emekçi kitlelerin yüzünü tekrar tekrar Filistin’e, Lübnan’a dönmelerini sağlamalıyız. Mesajı çıplaklaştırmalıyız; Siyonist İsrail’in yürütmüş olduğu soykırım savaşı ne kadar haklı ve meşru ise faşist TC’nin de yürütmüş olduğu soykırımcı, sömürgeci savaşı o kadar haklı ve meşru olabilir!

Devrimci sorumlulukla AKP-MHP faşizminin sömürgeci savaşının karşısında durmak

“Hydra’nın başları gibi yeniden şekillenecek olan makinelerin kendilerini değil, makineleri gerçek ve üretken kılan durumu yok etmek gerekir. Bu yıkımın olasılığı tamamen politiktir…”

Furio Jesi

Bugün apartheid Siyonist İsrail’in yok edici şiddeti ve kullandığı araçların dehşeti karşısında şaşa kalırken kendi egemen devlet yapısının yok edici şiddet ve araçlarını ise kutsallaştıran bir gerçekliğin içerisinde Türkiye toplumu. Soykırım savaş devletinin teknik araç ve yöntemlerini lanetlerken kendi egemen devletinin bu yöntemlerini kullanmasına alkış tutuyor. TC, Siyonist İsrail’in son saldırıları ile birlikte elini avucunu kaşıyor, böylesi bir dehşet saldırısını Kürdistan’da gerçekleştirmek için fırsat kolluyor. Her seferinde tüm çıplaklığıyla öldürücü, yok edici kudretini bir gösteri şeklinde sahnelenmeye devam etmektedir faşist iktidar. Emperyalist kapitalist dünyanın ve tabii ki kendi egemeninin öldürücü, kıyıcı, yok edici savaş teknolojilerine karşı çıkmadan, harekete geçmeden naif bir kayıtsızlık, yüzeysel bir vicdan belirtisi göstermek; yanıltıcı ve kendini kandırmadır.

Yukarıda yazdık, “Filistin laboratuvarı” İsrail için neyse Kürdistan laboratuvarı da TC için aynıdır. Tarihsel olarak Filistin halkı ve coğrafyasının karşı karşıya kaldığı soykırım savaşı, Kürdistan halkı ve coğrafyasının karşı karşıya olduğu savaşın anahtarını veriyor. İsrail’in soykırım savaşı bugün bizim aynamızdır. Kendi Filistin’imize, yani Kürdistan’a yüzümüzü dönüp bakmalıyız. Karşı karşıya olduğu savaş makinesinde bir şeyler mi eksik? Değil!

Peki biz bu savaşın neresindeyiz? İşte insanlık dersinde, işte sınıf savaşı arenasında bir şeyler eksik. Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri, ezilenleri kendi egemenin (sınıf düşmanın) savaşına karşı nerede hizalanacak? Kendi egemeniyle aynı hizada durmaya devam mı edecek yoksa “asıl düşman içtedir” diyerek kendi egemeninin yürütmüş olduğu savaş karşısında mı hizalanacak? Henüz olmamış, ve eğer  kendi Filistin’imizi görmezsek olabilmesi de pek mümkün olmayan şeydir kendi egemeninin savaşına karşı mücadele. Bunun farkına varmadan, onun bilincinde olmadan o eksiği tamamlamaya yönelemeyiz. Ve bugün çok canlı bir şekilde savaşın dehşet ve vahşetinin yaşandığı bir zamanda ve coğrayfada, savaş karşıtlığının yaratacağı “sıçramaları” yakalamalıyız. Buradan kendi egemenimize (sınıf düşmanımıza) karşı toplumsal yüzleşme için kapı açmalı ve “asıl düşman içtedir” diyerek siyasal, toplumsal mücadelelerin eksenini doğrultmalıyız. AKP-MHP faşizminin sömürgeci, soykırımcı savaşına karşı durmak ve aktif bir mücadele yürütmek devrimci siyasete bir alan açacaktır. Egemenin yürütmüş olduğu sömürgeci savaş ile halklar arasında ördüğü duvar, örgütlediği düşmanlık ve nefret politikaları karşısında, bu savaşa dur demek ve kurucu bir devrimci politikayı örgütlemek, bugün bir alan açacaktır. Bu zemin, burjuva muhalefetten siyaseten kopuşu sağlayacağı gibi toplumsal yabancılaşma ve çürümeye karşı da bir duruşu örgütleyecek, antifaşist mücadele eksenine güç katacaktır.

Bugün bunu sağlayacak olan şey AKP-MHP faşist iktidarı karşısında utangaçça geçmişin egemen hayaletine sarılmak, onun kostümünü giymek ve dilini kullanmak değildir. Gezi ve Kobane’nin bağı ne kadar zayıf kalmış olsa da o zayıf bağın bile kurduğu muazzam enerji, ruh ve hareketin gücü egemen sınıf fraksiyonlarını ve onun geçmiş hayaletlerini altüst etmişti. Gezi-Kobane hayaletinin henüz olmayan varlığı, hala AKP-MHP faşizminin en korkulu “rüya”sı olmaya devam etmektedir. Ve bugün meselemiz, bunun farkında ve bilincinde olarak; ideolojik mücadeleden taviz vermeden, güçlü bir şekilde bu devrimci hattın kavgasını ve hakkını vermektir. Faşist TC devletinin Filistin’de işbirlikçi, Kürdistan’da işgalci karakterinin devrimci teşhirini, aynı zamanda ideolojik mücadeleden milim sapmadan verebiliriz. AKP-MHP faşizminin sömürgeci savaşına ve faşizme karşı mücadelenin yakıcılığı/zorunluluğunu kavradığımız oranda birleşik mücadelenin tek çıkış yol olduğunu da göreceğizdir. Bu doğrultuda devrimci savaşı ve devrimci kitle şiddetini yaşamın her anında ve yerinde örgütlemekten başka bir seçeneğimiz yok. Ve elbette Türkiye-Kürdistan halklarının stratejik mücadelesi ve kader birliğini örgütlemek dışında da…

Ezilen halklar, “zaferden daha azına razı olmayacaktır!”[10]


[1]TSK’ya SİHA ve İHA satan Erdoğan’ın damadının şirketi Baykar’ın, İsrail ordusunun savaş uçaklarını ve silahlarını üreten IAI (doğrudan Siyonist İsrail devletine ait) şirket ile yakın zamanda Azerbeycan’da düzenlediği “ADEX Uluslararası Savunma Fuarı”. (https://www.gazeteduvar.com.tr/baykar-genel-muduru-bayraktardan-israille-is-birligi-iddialarina-yanit-milli-kazanimlari-operasyonlara-kurban-ettirmemeye-kararliyiz-haber-1723959)

[2]Oysa Filistinli mahkumlara İsrail askerleri tarafından toplu tecavüz sahneleri bile açıktan savunabilenler, tecavüzcülere göstermelik de olsa açılacak soruşturmalar karşısında etten duvar oluşturan bir garabetler ülkesidir İsrail. Bir halkın evlatlarının Cizre’nin bodrumlarında canlı canlı yakılmasını ayin izler gibi izleyen bir toplumsal manyaklığın hakim olduğu bir faşistleşmenin yaşandığı bir ülkedir Türkiye.

[3]İsrail’in çağrı cihazlarını patlatma şovu üzerinden Erdoğan avenesinin gelecekte yapabileceklerinin bir simülasyonunu görmüşcesine coşa gelmesi bundandır.

[4]Bırakalım Rojava’da, Efrin’deki göçertme ve zeytinleri bile içine alan kırıma, Güney Kürdistan’da yapılanlara ses çıkarmayı, Filistin için eylem yapıp, İsrail’in Lübnan saldırıları karşısında mezhepçi bir tutumla suskun kalanlar, söz kurmayanlar, eylemsizliği seçenler, aslında kendi kendilerini ifşa etmiş, gösteri dünyasının aparatı olmanın ötesinde bir anlamları olmadığını göstermişlerdir.

[5]Günümüz Emperyalizmi Üzerine Ön Düşünceler: Türkiye’nin Bölgesel Emperyalistliği-Derya Doğan (https://komundergi12.com/gunumuz-emperyalizmi-uzerine-on-dusunceler-5-turkiyenin-bolgesel-emperyalistligi-derya-dogan/)

[6]AKP-MHP-Ergenekon iktidarının Ergenekoncu ayağını oluşturanları.

[7]Misak-i Milli diyorsak orada Musul ve Kerkük olmadan olmaz. Oradaki siyah altının oluk oluk akması gerekiyor Türkiye tekelci kapitalizminin kasasına. Hakeza bölgesel planlarına taş koyan, Rojava’da ve Başur Kürdistan’ında işgal hamlelerine yerelden muhalefet eden Süleymaniye’nin de hakeza güncellenmiş tehdit olarak hedefe konması…

[8]Bir savaş varsa bir de bu savaşın diğer öznesi sözkonusu. TC, askeri-savaş kapasitesinin 40 yıldır Kürt Özgürlük Hareketi ile savaşın içerisinde geliştirdi. Ama bu arada KÖH de aynı şekilde 40 yıllık savaşın deneyimi birikimi, TC gibi NATO’nun ikinci ordusu karşısında yürüttüğü çok cepheli savaşla birlikte savaş kapasitesini geliştirdi. Askeri-teknik bilgisini artırdı, savaş stratejisi, taktiklerini geliştirdi. Bilinç ve irade ile kuşanmış Kürt halkının evlatları, haklı olmaktan aldıkları güçle bu savaşı büyüterek sürdürüyor. TC’nin bölgesel planlarını gerçekleştirememesindeki en etkili özne olarak hala savaş kapasitesini koruyor.

[9]Türkiye’nin bölgesel emperyalistleşme süreci ile Kürdistan’da yürüttüğü savaşın ilişkisi için bkz.: Günümüz Emperyalizmi Üzerine Ön Düşünceler: Türkiye’nin Bölgesel Emperyalistliği-Derya Doğan (https://komundergi12.com/gunumuz-emperyalizmi-uzerine-on-dusunceler-5-turkiyenin-bolgesel-emperyalistligi-derya-dogan/

[10]Bu söz, 2006’daki Lübnan-İsrail Savaşı sırasında, Hizbullah lideri Nasrallah’ın, İsrail’e karşı savaşan Hizbullah savaşçılarına gönderdiği mesajın sözlerinden bestelenmiş “Moukawem” (Direniş) isimli şarkının bir dizesidir. Şarkıyı Hristiyan kökenli bir Lübnanlı sanatçı olan Julia Boutros seslendirmiştir. (https://www.youtube.com/watch?v=p1T69BuKzeM)